ERKEN
İSLAM SANATI
Mimari formların ve yapı planlarının değişmesinde insanların yaşayış biçimi
kadar, ibadet tarzları da rol oynamıştır. Ev planları toplum ve aile
yaşantısının gereklerine nasıl uydurulmuşsa, ibadete ayrılan yapılar da dinin
gereklerine öylesine uydurulmak zorunda kalınmıştır. Eski Yunan tapınaklarında
ibadet, tapınağın içinde değil, önünde yapıldığı için dış mimariye daha çok
önem verilmişti. Hıristiyanlıkta kilisenin doğu-batı doğrultusunda yapılması, ibadet
sırasında doğuya yönelmek gereğine dayanıyordu. Ayrıca, kilisede halkın ruhban
sınıfından daha geri safta durması gereği yapıların genişliğine değil,
derinliğine bir plan formu almasına neden olmuştur. Bu örnekler çoğaltılabilir.
İslam dininin sanata getirdiği en büyük yenilik cami mimarisidir.
İslamlıkta her sınıf halkın ayrım gözetilmeden ön saflarda namaz kılabilmesi
safların geniş tutulması istediği uyandırmış, bu nedenle kiliselerin aksine
camilerde enine mekan tercih edilmiştir. Plan formunun ihtiyaçtan doğması gibi,
mihrap, minber, minare türünden mimari ögeler de İslamlığın gelişmesine paralel
olarak zamanla ihtiyaçtan doğmuşlardır.
İslamlığın ilk yıllarından, o zamanki haliyle günümüze gelmiş yapı yoktur.
Çünkü ilk camiler zamanla değişime uğramış, yerlerine sonradan daha gelişmiş
bir mimariyi sergileyen örnekler kurulmuştur. ılk camiler üzerleri açık, kerpiç
duvarlı, hurma dallarının gölgelediği çok basit yapılardı. ılk cami Hazreti
muhammed’in Medine’deki eviydi. Kerpiç duvarla çevrili kare bir alanın yalnızca
bir tarafında iki sıralı ağaç direklere dayanan, hurma yapraklarıyla örtülü bir
dam bulunuyordu. Böylece cemaat bölgenin kavurucu güneşinden korunmuş oluyordu.
Bu ilk örnek daha sonra geliştirilmiş, avlunun çevresine birkaç sıralı revaklar
yapılmış, asıl ibadet mekanın üzeri eğik çatıyla örtülmüştür. Emeviler
döneminin Basra ve Kûfe camileri ile Fustat yani Eski Kahire’deki Amr Camii,
plan bakımından Medine Camii’nden pek farklı değildiler. Bu yapılarda minber ve
minare yoktu, mihrap ise yalnızca yön belirten bir işaretti, henüz mimari bir
öge niteliği kazanmamıştı.
Yapıldığı zamanki durumunu, çok az bir değişmeyle günümüze değin koruyan en
eski İslam yapısı, Kudüs’te bulunan Kubbetü’s-Sahra’dır. Yapı şehrin dini
merkezi sayılan Harem-i şerif’in en yüksek noktasında yer alır. Bu tepe
İslamlıktan önce de kutsal sayılıyordu. Museviler yapının içinde bulunan kayayı
ıbrahim Peygamber’in oğlu ısmail’i kurban etmek üzere seçtiği yer sayıyorlardı.
Müslümanlar için de burası, Hazreti Muhammed’in miraca çıktığı yerdir.
Kubbetü-s-Sahra bu kutsal kayanın ziyaret ve tavâfını kolaylaştırmak için
yapılmıştı. Asıl amaç ise İslamlığın merkezini oraya çekmek, Kudüs’ün bir İslam
kenti olduğunu kanıtlamaktı. Kubbetü’s-Sahra’nın planı, Hacer-i Muallak denilen
kutsal kayanın tavafına uygun biçimde tasarlanmıştı. Dört girişli sekizgen
mekan, ziyareti kolaylaştırdığı gibi kayayı her açıdan görebilmeyi de
sağlıyordu. Sekizgen dış duvarın içinde ayaklar ve sütunlarla ikinci bir
sekizgen oluşturulmuştur. Bunun içinde de kayanın çevresinde dört ayağa dayanan
orta mekan yer alır. Orta mekanı 20 metre çapında ahşap bir kubbe, çevre
mekanları ise ortak bir çatı örtmektedir. Bu yapıda İslam mimarisinin ilk
mihraplarından biriyle karışlaşırız. Tek parça mermerden yapılmış mihrap, form
ve süsleme bakımından çok basittir. Ama daha sonraki mihraplara örnek olması
açısından önemli bir yeri vardır. Yapının dışı ve işi değişik tekniklerle
zengin biçimde süslenmiştir. Dışta, renkli taş ve mozaik süslemenin yanı sıra
özellikle Kanuni dönemindeki onarımda eklenen Osmanlı çinileri dikkati çeker.
Dış yapı daha sonra da çeşitli onarımlar görmüştür. Süslemede mozaik tekniği ön
plandadır. Altın zemin üzerinde, bitkisel motifler, simetrik düzende
yerleştirilmiş kıvrık dallar, hurma ve hayat ağaçları, iri akantus yaprakları
başlıca motiflerdir. Bu motiflerde ve motif düzeninde Doğu’nun, özellikle
Sasani sanatının etkileri görülür. Ayrıca Helenistik Roma ve Bizans
sanatlarının izleri de vardır. Mozaiklerin yapımında Bizanslı ustaların çalıştığı
anlaşılmaktadır. Bu mozaikler, erken İslam süsleme sanatı hakkında fikir
vermeleri kadar, ıkonoklast dönemde ortadan kaldırılan Bizans mozaiklerinin
özelliklerini göstermeleri bakımından da belgesel bir değer taşır.
Kubbetü’s-Sahra İslamlığın günümüze kalan en eski yapılarından biridir.
Ancak bu yapı cami değil bir ziyaretgâhtır. Bu nedenle daha sonraki bir tarihte
yapılmış olsa da şam’daki Emeviye Camii, günümüze orijinal planıyla gelebilen
en eski cami olma özelliğini taşır. Bu cami Emeviler döneminin en önemli
mimarlık örneği sayılabilir. Cami mimarisine birçok yenilikler katmış, hatta
çok sonra Anadolu camilerini bile plan yönünden etkilemiştir. Emeviye Camii
İslamlıktan önce de kutsal sayılan bir alanda yer alır. Roma döneminde burada
bir Jupiter tapınağı bulunuyordu. Hıristiyanlık döneminde aynı yere bir kilise
yapıldı. 636 yılından sonra bu kutsal alanın bir köşesi cami olarak, geri kalan
kısmı da kilise olarak kullanıldı. 705-707 yıllarında Emevi Halifesi I. Velid,
bu kiliseyi yıktırarak, yerine Emeviye Camii’ni yaptırdı. Cami, geçirdiği
yangınlara ve onarımlara rağmen, özgün biçimini büyük ölçüde korumuştur.
Bu cami, getirdiği önemli yeniliklerle ilk camilerin birbirini tekrarlayan
basit formundan ayrılan, mimarlık alanında özgün bir yaratmadır. Yapının çevre
duvarı Roma tapınağının temelleri üzerine oturtulmuştur. Minareler de bu çevre
duvarının köşe kuleleri üzerinde yer alır. ıç alanın yarıdan biraz fazlası
avlu, kıble tarafındaki dikdörtgen mekan ise asıl ibadet yeri yani harim kısmıdır.
Caminin planı, kıble duvarına paralel, birbirinden sütun sıralarıyla ayrılan üç
neften ve ortada bunları dik olarak kesen bir neften oluşmuştur. Neflerin
kesişme yerinin ortasını bir kubbe örter, bunun dışında kalan mekanlar ise çift
meyilli çatılarla kaplıdır. Bu plan, daha sonra küçük farklarla Anadolu’daki
bazı camilerde de kullanılmıştır. Ana eksen üzerindeki nefin yan neflerden daha
yüksek olması, avludan bakıldığında yapıya anıtsal bir görünüm
kazandırmaktadır. ıç mekanda yer alan iki katlı sütun dizileri de aynı
anıtsallık etkisini sürdürür. Sütun başlıklarının bir kısmı daha önceki Roma
tapınağından alınmış, burada yepyeni bir düzen içinde tekrar kullanılmıştır.
Avlu revaklarında da iki katlı düzen görülür. Altta bir ayak, iki sütun; üstte
bir ayak, bir sütun alternatif sırayla dizilerek, hareketli bir görünüm
sağlanmıştır.
Caminin avlu revaklarında ve iç mekanında yer alan mozaiklerde geç
Helenistik üslubun İslam zevki içinde özümlendiği görülür. kemer içlerinin
akantus yapraklarıyla süslenmesine karışlık, düz yüzeylerde daha çeşitli ve
zengin bir dekorasyon göze çarpar. Bu mozaikler İslam sanatı için olduğu kadar,
örnekleri günümüze kalmayan aynı dönem Bizans mozaik sanatı hakkında fikir
vermek bakımından da önemlidirler. Ağaçlıklar içinde yer alan bir takım hayali
yapıların tasvir edildiği mozaiklerde oldukça gelişmiş bir perspektif anlayışı,
gölge-ışıkla sağlanmış bir derinlik etkisi görülür. Gerek bu özellikler gerek
dalları budanmış ağaçlar Helenistik duvar resimlerini anımsatırlar. Ön planda görülen
akarsuyun, şam’dan geçen Barada nehri olduğu ileri sürülmüştür. Bu ilginç doğa
ve yapı tasvirlerinde insan ve hayvan figürleri görülmez. Çünkü İslamlık dini
yapılarda bu tür tasviri yasaklamıştır. Mozaik yapımında kullanılan küçük cam
küplerde görülen çeşitli renkler ve bu renklerin değişik tonları, bu
mozaiklerin büyük bir ustalıkla ve fırçayla çalışıldığı izlenimini vermektedir.
Emevilerin dini olmayan yapı türlerinin başında saraylar gelir. Bugün
bunların tümü de birer yıkıntı halindedir. Yapıların planları, örtü şekilleri
ve dekorasyonu kazılarda çıkan buluntulardan öğrenilmiştir. şehirlerden uzakta,
çölde bulundukları için, bunlara “Çöl sarayı” ya da “Çöl kasrı” denir. Oysa
doğa incelemeleri buraların, o zamanlar sulak topraklar, vahalar olduğunu
ortaya koymuştur. Bu saraylar, mimarileri kadar süsleme sanatları açısından da
büyük önem taşımaktadırlar.
Amman’ın 35 km. güneyinde bulunan Meşatta Sarayı’nın 8. yüzyılda yapıldığı
sanılmaktadır. Kare planlı olup, kaleyi andıran kalın duvarları vardır. Kazılar
yapının tamamlanamadığını göstermiştir. Ana eksen üzerinde, girişte simetrik
konumlu mekanlar ve bir mescit, ortada bir şeref avlusu, kuzeyde ise yonca
planlı bir taht salonu ve yine simetrik konumlu mekanlar yer alıyordu. Sarayın
çok ince bir işçilik gösteren oyma taş süslemeleri sanat tarihinde büyük önem
taşır. Duvar zikzak çizgilerle üçgenlere bölünmüş, her üçgenin ortasına akantus
yapraklarından oluşan kabartma birer rozet yerleştirilmiştir. Üçgenlerin zemini
de ince kıvrık dallar ve hayvan figürleriyle doldurulmuştur. Bu figürlerde
Helenistik etkiler göze çarpar. Mescidin bulunduğu yöndeki duvarda bitkisel
motiflerle yetinilmesi, hayvan figürü olmaması ilginçtir.
8. yüzyılın ilk yarısına ait Hırbet el Mefcer, Emevi saraylarının en
büyüklerinden biridir. Kazılarla ortaya çıkarılan sarayın, haman bölümünü ve
zeminini zengin döşeme mozaikleri kaplamaktadır. Geometrik desenli bu panoların
her biri, birer halıyı andırır. Hamamdaki panolardan biri figürlü olmasıyla
dikkati çeker. Ortada büyük bir ağaç, ağacın iki yanında da hayvan figürleri
yer alır. Solda iki gazal, sağda ise yine bir gazal ile ona saldıran bir aslan
tasvir edilmiştir. Bu figürlerin sembolik anlamlar taşıdıkları sanılmaktadır.
Saraydaki alçı kabartma ve heykeller de Emevi sanatında önemli bir yer tutar.
Dekoratif bir saçak önüne tünemiş gibi sıralanan, doğal büyüklükteki yüksek
kabartma keklik figürleri dikkati çeker. Bir alçı tavanın göbeğinde yer alan,
akantus yaprakları arasında tasvir edilmiş bir dizi kabartma büst de erken İslam
sanatının ilginç örneklerindendir. Sarayda çok sayıda alçı heykel de
bulunuyordu. Hamam bölümünde yarı giyinik genç kız figürlerine rastlanması, bu
dönem İslam sanatında insan tasviri konusunda geniş bir hoıgörünün varlığını
kanıtlar. Bu örnekler arasında bir de Halife heykeli bulunmaktadır. Hangi
halifeye ait olduğu bilinmemektedir, ancak en yüksek dini unvana sahip bir
kişinin heykelinin yapılabilmiş olması ilgi çekicidir.
Abbasilerden önceki İslam şehirciliği konusundaki bilgilerimiz çok
kısıtlıdır. Bu konuda bilinen ilk örnek, 762-765 yıllarında Abbasi halifesi
Mansur’un kurdurduğu Bağdad şehridir. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre ilk
Bağdad şehiri daire planlıydı ve iç içe iki sur duvarı dıştan bir hendekle
çevrelenmişti. şehrin dört kapısına bulundukları yöndeki komıu şehirlerin adı
verilmişti. Haç planlı saray ve yanındaki cami şehrin merkezinde yer alıyordu.
766 yılında yapılan Bağdad Ulu Camii kerpiç duvarlı, ahşap sütunlu ve düz
damlı basit bir yapıydı. Halife Harun Reşid, 808’de yapıyı planını
değiştirtmeden tuğla duvarlı olarak yeniden yaptırmıştır. Bağdat 892’de
Abbasilerin başkenti olunca, artan nüfus nedeniyle camiye aynı planda ikinci
bir bölüm eklenmiştir. Ancak, Bağdad şehrinin bu dönem yapılarından günümüze,
ilk camiye ait basit bir mihraptan başka hiçbir şey gelmemiştir.
Abbasi şehirleri arasında Samarra’nın ayrı bir önemi vardır. Abbasilerden
sonra hiç oturulmadığından üzerinde başka dönem ve kültürün izine rastlanmadığı
için Abbasi şehirciliğini en katıksız biçimde yansıtır. Samarra, Dicle
kenarında Bağdad’ın yakınındadır. Bağdad’ın dairesel ve düzenli planı burada
yerini araziye uydurulmuş, uzun bir plana bırakmıştır. Dicle kıvrımlarına
paralel olarak uzanan şehrin büyük bölümü kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Buluntular,
Abbasi cami, saray, türbe ve ev mimarisi ile zengin süsleme sanatı hakkında
bilgi vermektedir. Samarra, 836 yılında Halife Mutasım tarafından abbasi
hizmetindeki Türk birlikleri için “ordugah şehri” olarak kurdurulmuş, 883
yılında terkedilmiştir.
Samara Ulu Camii, öteki adıyla Mütevekkiliye Camii, İslam dünyasının en
büyük cami yapılarından biridir. 150.000 kişi burada bir arada namaz
kılabiliyordu. Basit mimarisi, ilk İslam cami planının anıtsal ölçüler içinde
tekrarından ibarettir. Yapımında tuğla ve kerpiç kullanılan caminin ilginç bir
minaresi vardır. Kare tabana oturan dev boyutlu bu anıtsal minareye geniş bir
rampa ile çıkılır. Bu minare formu, yine Samarra’da Ebu Dulaf Camii’nde
tekrarlanmış ve bir daha kullanılmamıştır.
Samarra’ın ikinci büyük camii olan Ebu Dulaf Camii, 860 yılında
yapılmıştır. Kalıntılar daha gelişmiş bir mimarinin varlığını ortaya
koymaktadır. Harem bölümü, kemerli duvarlarla birbirinden ayrılan neflerden
oluşmuş ve üzeri düz bir çatıyla örtülmüştü.
Samarra’nın saray ve evlerinde kullanılan çeşitli süsleme arasında mermer
tozu ve alçı karışımıyla yapılan “ıtuk” kabartmalar önemli bir yer tutar. Bu
kabartmalarda iki farklı teknik kullanılmıştır: Dik kesim ve eğri kesim. Dik
kesimde motifler yaş sıva üzerine dikine olarak oyulmakta, böylece ışık-gölge
kesin çizgilerle birbirinden ayrılarak kuvvetli bir kontrast etkisi
sağlanmaktadır. Eğik kesimde ise daha yumuşak bir plastik etki söz konusudur.
Eğik kesim, Türklerin İslam sanatına belki de ilk katkısıdır. Bu teknik daha
önceleri Orta Asya sanatında Türkler tarafından kullanılmıştır. Dik kesimde
daha natüralist, eğik kesimde ise daha stilize bir üslup görülür.
İslamlığın erken dönemlerine ait önemli yapılardan biri de Tunus’un
Kayrevan şehrindeki Seydi Ukba Camii’dir. Yapımı 670’de Kuzey Afrika fatihi
Ukbe bin Nafi tarafından başlatılan cami, ilk İslam camileri planındaydı.
724-727 yıllarında yenilenen yapının minaresi bu sırada yapılmıştır. Cami
bugünkü şekliyle Aglebiler dönemine aittir. Harem bölümü, kıbleye dik 17 nefle
kıble duvarına paralel bir neften oluşmuştur. Birbirinden sütunlarla ayrılan
nefler bir sütun ormanını andırmaktadır. Zengin süslemeli sütun başlıkları eski
Kartaca şehrinin kalıntılarından toplanmıştır. Sütunlar da Roma dönemi
yapılarından alınmıştır. Orta nef daha geniş olup iki ucunda birer kubbe yer
almaktadır. Yapının simetrik planı, ana eksen üzerinde bulunan iki kubbe ile
daha belirgin kılınmıştır. Avluyu kemerli bir revak çevrelemektedir. Minare,
Kuzey Afrika’ya özgü kare planlı minarelerin tipik bir örneğidir. Yukarı doğru
daralan kübik elemanlardan oluşmuştur. Mihrap ve çevresi zengin süslemeleriyle
dikkati çeker. Mihrap duvarında perdahlı teknikte kare çiniler kullanılmış,
bunlar köşeleme olarak yerleştirilmişlerdir. Mihrap girintisi ise mermer
levhalarla kaplanmıştır. Motiflerin oyma ve ajur teknikleriyle işlendiği mermer
levhalarda ustalıklı bir işçilik göze çarpar. Genellikle Helenistik motiflerin
İslam zevki içinde eritilmesi söz konusudur. ıstiridye motifleri, akantus ve
asma yaprakları çok kullanılmıştır. Ahşap minber de o dönem ahşap işçiliğinin
en görkemli örneklerinden biridir. Her birinde değişik motiflerin yer aldığı
çeşitli boyutta panolardan oluşmuştur. Panolar oldukça simetrik bir düzende
yerleştirilmiştir. Geometrik süslemenin yanı sıra hayat ağacı, kozalak ve asma
yaprağı gibi bitkisel motiflere de rastlanmaktadır.
İslam sanatı, İslamlığın yayıldığı bütün bölgelerde yöresel üsluplarla
kaynaşarak zengin örnekler ortaya koymuştur. Bu örneklerden biri de ıspanya’nın
bugünkü adıyla Cordoba kentindeki Kurtuba Camii’dir. Yapımı Endülüs Emevi
hükümdarı I. Abdurrahman tarafından 785 yılında başlatılan cami, Vizigot
yapılarından devıirilen malzeme ile kısa sürede tamamlanmıştır. Ancak şehrin
daha sonra Hıristiyanların eline geçmesiyle aynı yere yapılan katedralin alanı
içinde sıkıp kalmıştır. Harem bölümünde yer alan atnalı biçimindeki çift katlı
kemerlerin iki renkli oluşu iç mekana çekici bir görünüm kazandırmaktadır.
Yapının iç süslemesindeki desen ve renk zenginliği göz kamaştırıcıdır. Mihrap
bölümünde sadelikle ihtişam bir arada, şaşırtıcı bir ustalıkla kullanılmıştır.
İslamlığın bu ilk döneminden sonra
bölgelere göre değişen, çok çeşitli üsluplar ortaya çıkmıştır. İslam sanatı,
Türklerin İslamlığı kabulünden sonraki katkılarıyla daha da gelişmiştir.