1 Ocak 2014 Çarşamba

MİNİMALİST SANAT/SANATÇI ''DAN FLAVİN''

Minimalizm, özellikle görsel sanatlar ve müzikte esas teşkil etmeyen (önemli olmayan) biçim, özellik ve kavramların çıkarılması yolu ile konunun esasının veya kimliğinin sunumudur. Bu bakış açıcı ile minimalizm enaz ve en basit unsurlar ile en fazla etkinin yaratılmaya çalışıldığı tasarım veya tarz olarak adlandırılmaktadır. Minimalizm 2.Dünya Savaşı sonrasında batı sanatı içindeki gelişmelerde teşhis edilmektedir. Daha güçlü biçimde Amerikan görsel sanatları içerisinde 1960 ve 70′lerde gözlemlenmektedir. Minimalist yaklaşımın öncü sanatçıları arasında Donald Judd, John McCracken, Agnes Martin, Dan Flavin, Robert Morris, Anne Truitt, and Frank Stella gibi sanatçılar yeralmaktadır. Minimalizm kaynağını Modernizmin özelliklerinin değişime tabi tutulmasından almaktadır, ve sıklıkla Soyut Dışavurumculuk’a (abstract expressionism) bir tepki olarak ve Postminimal sanat uygulamalarına bir köprü olarak yorumlanmaktadır.


Richard Serra
Minimal Art ile resme ve heykele bambaşka bir disiplinleşme gelmiş, bu iki plastik sanatlar alanı-yanlarına mimariyi de alarak- adeta sistemli bir dil kazanmıştır. Diğer sanat üslupları ve akımlarına nazaran Minimal Art’da teorisyenlere daha çok ihtiyaç duyulmuştur. Form ve mekan anlayışından tutunda, plastik sanatları ilgilendiren hemen her öğe Minimal Art’da değişime uğramıştır. Çünkü, maksimumu içeren her şey absürd sayılmıştır. Bir kaynağa göre Minimal Art, 1960 sonrası ortaya çıkan bir anlayıştır ve bu kavram ilk defa 1966 yılında ileri sürülmüştür. Kavramın ileri sürülmesi konusunda başka görüşler de bulunmaktadır. Örneğin bunlardan biri Barbara Rose’un “Art in America” dergisinin Ekim 1965 tarihli sayısında yayınladığı ABC Art” başlıklı yazısıdır. Bu yazıda yeni bir sanat eğiliminden söz edilmekte ve ABC Art gibi bir adlandırma benimsenmeyince, aynı yazıda kullanılan “minimum” sözcüğü minimalizm/minimal art” kavramına hayat vermektedir. Bu konudaki bir başka görüş de, minimalizm teriminin ilk kez 1965 yılında “Art Magazin” dergisinde Richard Wollheim tarafından kullanıldığı şeklindedir.
 

Sol Lewitt
 
İçinde bulunduğumuz bu estetik yaklaşım, oluşumu bağlamında önü ve arkasıyla 20. yüzyıla aittir. Plastiği plastik yapan tüm öğeleri en aza indirgeyerek bir yapıtı oluşturmak temel prensibidir. Tabiidir ki bu söylemeye çalıştığımı uygulamaya dökmek, o kadar da kolay bir şey değildir. Tarihsel açıdan Piet Mondrian ve Kazimir Maleviç estetikleri, Minimal Art’ın yönlenmesine yardımcı hareketlerdir. Yanı sıra Marcel Duchamp’ın 1913’de bir bisiklet tekerleğini mutfak taburesine takarak yapıt oluşturmaya yönelmesi olayıyla başlayan Ready Made estetiğinin de minimalist sanata katkıda bulunduğu düşünülebilir. Çünkü Ready Made’in benzersiz yanının olmayışı özelliği, minimalizmin de felsefesinde yer alır; yok etmek ve kimi aşamalarda yok etmeksizin en aza indirgemek.
 
 
Sanat tarihsel boyutta düşünürsek, plastik yoğunluğu maksimumdan yana olan Pop Art ve Soyut Dışavurumculuk’tan sonra, bir paradoks yaratacak şekilde sanatın minimalizme ve kavramsal olana doğru yöneldiğini görüyoruz. Belki de 20. yüzyıl sanatında ilk defa böylesine farklı bir değişim göze çarpmaktaydı. Kökten olmasa da bu, ciddi bir estetik değişimdi. Neden buna ihtiyaç duyulmuş olabilirdi? Belki de, gittikçe artan teknolojinin yaratmaya başladığı sıkıcı kalabalığı dağıtmayı istemek baş nedendi. Çünkü hızla artan bütün oluşumlar karşısında toplumlar da yorulmaya başlamıştı. Tabiiydi ki bu hızın çıkardığı gürültü insanları şaşkına çeviriyor ve strese sokuyordu. İşte bu stresin ilacı, sakin ve düşünmeyi öğütleyici yapısıyla, minimalizmden bir başkası olamazdı. Bir anlamda her şey kristalleşmeye başlıyordu. Belli diyagramlar ya da, adeta diyagramlara yönelen plastik yüzeyler ve izler Minimal Art’ı şekillendiriyordu. Minimal Art, resim ve heykeli daha önce de belirttiğimiz üzere temel olana, ya da Geometrik Soyutlamanın ana çizgilerine indirgemekteydi. Burada formalizm en uç ifadesini bulmaktaydı. Çünkü biçim içerikti artık. Minimalist resim, figüratif unsurları ve göz aldatıcı mekanı dışlayarak, çoğu zaman düzenli bir yapıya göre kurulmuş parçalardan oluşan birleşik bir imaj veriyordu. Minimal Art’ın özgünlüğü, heykel alanında daha açık ve belirgindir. Minimalist heykelciler figüratif çağrışımları dışlamış ve geçmişe sırt çevirmişlerdir. Sanat ve günlük yaşam arasındaki sınırı aşabilecek üç boyutlu yapıtlar gerçekleştirmeyi amaçlamışlardır. Kentsel çevreye entegre olabilmek için büyük çaba göstermelerine rağmen, genelde insanı şaşırtan yapıtlar ortaya koymuşlardır. Sanatları anlaşılmaz, kapalı ve elitisttir. Minimalizm sanat tarihinde, özellikle Amerika’da doğmuş sanatçılarca ortaya atılmış, uluslararası çaptaki ilk harekettir. Bu akımın önemli isimleri arasında Carl Andre, Ronald Bladen, Mel Bochner, Dan Flavin, Mathias Goeritz, Donald Judd, Sol LeWitt, John McCracken, Robert Mangold, Brice Marden, Agnes Martin, Robert Ryman, Richard Serra, Tony Smith, Frank Stella gibi isimler vardır.
 
Carl Andre


Minimal Art, önce de söylediğim gibi Conseptuel Art’ın yolunu açtığına göre, kavram ve kavrama süreçlerine de ev sahipliği yapmıştır. Peki, sanatta daha önce düşünce yok muydu? Tabii ki vardı. Fakat izleyici, düşünceyi kavrama dönüşmüş olarak görmemekte ve kavramaya da çalışmamaktaydı. Yapıt sosyoloji, psikoloji ve estetikle olan ilişkileri bağlamında dikkat çekebilmekte, hiçbir zaman minimalizmde olduğu gibi direkt kavrama dönüşmemekteydi. Belki de minimalizim bir anlamda sanatçı-bireyin kendine özgü çizdiği hümanizm rotası altında gelişmekteydi.
 
Donald Judd
Artık sanatçı-birey oldukça özgürdü, fikrini, kapitalist vurgunun da karşısında olan en azla yetinme mantığını değerlendirerek ve yapıta dönüştürerek ortaya koymaktaydı. Minimalizm ile birlikte yapıtın içeriğinden çok, biçimiyle özdeş olarak gelişen bir fikri ve mesajı vardı sanatçının. Yapıt kendini biçimleriyle var ederken içeriğini de gözler önüne direkt sermekteydi. Minimal Art görsel olmanın ötesinde, sanki manifesto tarzı bir dışavurumu da değerlendirerek, sözel bir yapıya bürünmüştü. Hatta heykel anlamında değerlendirilen minimalist yaklaşımlar, bir beden mantığı ile özdeşleşerek gövdesel bir mantığa bile açılım yapmaktaydı. Bütün bu özellikleriyle, yalınkat sanat yapıtı bütün üslupların ortaya koyduklarından kopmakta ve adeta minimalizme inanç göstermiş yapıt, fetiş elemanı gibi sanatın tarihsel süreci bağlamında bir yıldız gibi parlamaktaydı.
 
 
Dan Flavin
 

 
Nesneye göre bir ilerlemenin ilk basamağı olmuştur Minimal Art. Minimalizm’in sanat felsefesi bağlamında, her şeyi en temel olana indirgeyerek estetik sonuçlara varmak ve bir sanat yapıtı ortaya koymak öyle kolay bir iş değildi. Çünkü söz konusu estetiğin içinden kavrama dönük hiçbir şeyi çıkartıp atamazsınız, atarsanız büyü bozulabilirdi. Abraham Moles’in dediği gibi sanatçı artık yapıt yaratmıyor, yapıt yaratacak düşünceler yaratıyordu. İşte bu yaratmanın da ilk basamağı Minimal Art’tı. Kanımca böylesi bir durumun, bir tepki olduğu iyi anlaşılmaktadır. Minimalizm, yapıtın mutlak özerliğini sorgulamaya çalışıyordu. Bir yaklaşımla minimalizm, postmodern duruşla ilintilendirilen ve postmodernizmin geniş çatısı altında oluşan binanın merdiven basamaklarından ilkidir. Böylece sanat, sanki bir anlamda hem medyatik olmaya yaklaşıyor, hem de uzaklaşıyordu. Minimal Art’da kullanılan figür, sadece resim ve heykel olarak kalamayacak belli bir yerleştirme (enstalasyon) süreci de kendiliğinden gündeme getirecekti. Böylece kavram sanatının önemli bir birimi olan yerleştirme ihtiyacı da ilk defa ciddi anlamda minimalizm ile ortaya konulmuş olacaktı. Sanat, artık birçok alanla ilişki kurmaktaydı (felsefe, kuram, siyaset vb.). Minimalizm ile birlikte sanat felsefeyle daha bir örtüşmüştür, hatta kimi zaman onun yerini bile almıştır. Böylesi bir süreç ile beraber sanat ve yapıtı, kavram ya da kavramları oluşturmaya başlamıştır. Çünkü sanat anlamlaştırmayla ilgili bir eylem olarak düşünüldüğünde, ancak o zaman kavramsallaştırmaya yönelebilecekti. İşte bu açıdan bakınca da, minimalizm yine ilk basamaktır.
 
 
 



 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder